19 Temmuz 2016 Salı

"ORAKÇI TİMO ÎRBAM" - İsmail GÜNER > ÖYKÜLER > Orakçı Timo Îrbam

Orakçı Timo Îrbam
ORAKÇI TİMO ÎRBAM
İsmail GÜNER 
< ÖYKÜLER > 
Orakçı Timo Îrbam
Elbistan yöresi, Kabristan Ovası temmuz ayının ortasında ekinlere orak çalar. Eskiden oraklar, şimdiki motorlu araçlar kadar olmasa da kıymetliydi…
Bu obada Kistik halkının yarısı yaylalara göçer, kalanlarsa, kimi ekinlerinin başında kurdukları höllüklerde (çardak)  kalır, şafak söker sökmez orak başına geçer, kimi de tarlasına yolmaya gider.
Tahtalı Mezrası’na yakın buğday ekinleri olan Îbikê Kirnikê ile oğlu Timo Îrbam, ayrı tarlalarda orak biçiyorlarken Timo İrbam, yaylada olan nişanlısı Eme’nin hasretiyle yanar tutuşur… Nişanlısını görebilmek için babasından izin istemeyi bırakın, bu konuyu konuşabilme cesaretini bile gösteremez. Zaten o dönem de bu tür şeyleri konuşmak, dile getirmek bile ayıp sayılırdı.
 Evlilik çağına gelmiş genç kız ve erkekler görücü usulü ile evlendikleri için, birbirlerinin yüzlerini ancak düğün bitiminde görebilirlerdi.
Eskiden köy yerinde evlilik öncesi aleni bir şekilde arkadaşlık yapmak pek mümkün değildi. 1970 yıllarına kadar bu gelenek devam ediyordu. Fakat devrimci gençliğin çıkışıyla bu gelenek gün geçtikçe aşıldı. Ancak köy nüfusu az olduğu için, gençler çeşitli bahanelerle birbirlerini görme imkânı bulabiliyorlardı. Özellikle kızların evlenme kararında ailenin etkisi daha fazla idi. Hatta düğünde gerek kız evinde, gerek erkek evinde damatla gelin hiç yanyana olamazlardı. Şimdi damat ve gelin düğünde birlikte kol kola oynamaktalar. Gelin, kayınbabasına, kaynanasına, büyük kayınlarıyla uzun süre konuşmaz, onların yanında başkalarıyla da sesli konuşamaz, birlikte yemek yemezdi. Şimdi bu gelenekte çoktan kalkmıştır.
Timo Îrbam, ekinin başında orak çalarken, nişanlısı Eme’nin yayladan köye geldiği haberini alır.
Îrbam, ne yapar eder bir kurnazlık arayışına girer. İşi hayınlığa vurmak için aklına cin gibi bir fikir gelir…
Sağ kolunu kol bağcığı ile sıkı bir biçimde sarar. Akşama kadar kolunun şişmesini bekleyerek acısına katlanır. Şişmiş kolu ile bırakın orak biçmeyi, hazır yemeğini yemek için önüne sofrayı seremeyecek duruma sokar kendini.  Orakçı başı babası ile diğer orakçıların gün ağarmasından fark edemeyecekleri düşüncesini güderek beklemeye başlar Timo Îrbam…
Orakçı başı babası bakar ki, buğday bugün hiç biçilmemiş… Kendi kendine Timo Îrbam’a bir hayli kızarak, çardağa doğru yürürken bir bakar ne görsün; Timo Îrbam, yerlerde sere serpe uzanmış bir vaziyette kıvranarak inliyor…
“Oyyy Bavo kolum!” diyerek kolunu işaret eder.
Babası koluna eğilir, ne görsün; Timo Îrbam’ın kolu şişmiş durumda. Kolunu biraz sıvazlar ve tekrar bağcık ile sararak “yarın ola hayrola” der. Yarın çardakta istirahat etmesini söyler ve gündüzün yemesi için, akşamdan kendisine yufka ekmek dürgesini ufalayarak, tereyağında yağlar.
Tabii Timo Îrbam, bunun da bir yolunu bulur. Kolundaki sargıyı açar, tereyağıyla tavada yağlanan ekmeği bir güzel yer… Yemekten ve içmekten kesildiğini göstermek için de tereyağıyla tavada yağlanan ufaltılmış ekmeğin aynısını doğrar koyar yerine…
Orakçı başı babası, akşam dönüşünde çardağa yaklaşır; tereyağlı ufaltılmış ekmek tavada olduğu gibi duruyor. Timo Îrbam kıvrılarak yere uzanmış, kolu sargılı bir biçimde inlerken görür.
“Oyy benim Îrbam’ım ölüyor dostlar… Ağzına bir lokma dahi almamış lo looov!” diye feryat figanı koparır…
Bu vaziyetle Timo Îrbam’ın orak çalamayacağını anlayan babası, Kistik köyüne haber salar.
“Sabah erkenden Îrbam’ın nişanlısı Eme ile anası hemen Tahtalı’ya gelsin” der.
Timo Îrbam’ın planladığı bu cin gibi fikrinin tutması ve sabah nişanlısını göreceği sevinci ile sabaha kadar gözlerine uyku girmez…
Şafak söker sökmez babası diğer orakçılarla ekin başına gider. Timo Îrbam’ın sabah erkenden gelen nişanlısı ve kaynanası hemen çardağı toparlar, yemek hazırlar, fakat Îrbam’ın bu cin gibi fikrinin hemen anlaşılmaması için sofraya pek yanaşmasa da yemeği gördükçe durmadan ağzı sulanır. Bu arada nişanlısı ile kaş göz işareti yapmak için fırsat kollar. Kaynanasının çardağın dışına çıkmasını ya da suya gitmesini kollar. Fakat nişanlısı da tıpkı küçük bir çocuk gibi anasının peşinden bir türlü ayrılmak istemez. Anası nereye giderse o da ardından gider.
Bir ara kaynanası tuvalet ihtiyacını gidermek için, çardaktan uzaklaşınca Timo Îrbam, nişanlısı Eme’ye hemen sarılarak sevişmeye başlar. Mahrem yerlerini mıncıklar… Ama Eme bu hareketlerine karşı çıkar.
Gece uyku vakti gelir. Nişanlısı Eme anasıyla birlikte aynı yatağa girer. Îrbam’ın gözü uyku tutmaz… Böyle cin gibi bir fikrin sonucu eline geçen fırsatı değerlendirmek ister.
Gecenin geç saatlerinde nişanlısı Eme ve anası derin uykuya dalar. Îrbam, nişanlısı Eme’nin anası ile hangi yöne yattığını iyi gözlemler. Nişanlısıyla biraz sevişme isteğiyle yanar tutuşur. Derin uykuya dalan nişanlısı Eme’nin ayaklarında tutar, kendine doğru çeker. Ancak ufak tefek olan nişanlısı baya ağırlaşır. Bir türlü kendine doğru çekemez. Bir iki hamle daha yapar. Hep aynı netice ile karşılaşır. Tüm kuvvetiyle son bir hamle daha yapar, nişanlısı ve kaynanası birlikte gelir. Timo, bir bakar ki nişanlısı Eme, anasının koluna yapışmış o nedenle ikisinin birlikte geldiğini fark eder.         Gündüzün bir iki defa mıncıklama fırsatını yakalamanın dışında, aylarca hasretini çektiği ve kokusunu bir türlü alamadığı nişanlısıyla bir türlü doyasıya hasret gideremez…
Tabii o dönem de delikanlılık çağına yeni girmiş gençlere Timo Îrbam, derin bir ah çekerek; “Ben sizin döneminizde olacaktım ki göreydiniz!  Keklik gibi “kuba kuba kakuba” diyerek öter, tüm kızların ilgisini çekerdim. Siz de delikanlılık adabı ne arar!” diye söylemeden duramazdı.
Timo İrbam, orta boylu, kalın yapılı, pos bıyıklı ve bir oturuşta büyük sahandaki yemeği ağaçtan yapılmış kaşıkla tek başına yerdi.
Uzun yıllar eşi Eme ile birlikte köyde yaşamını devam etti. Eşi Eme’nin ağır hastalanmasından dolayı, elinden olmayan nedenlerle hiç istemediği hâlde Antakya’daki oğlunun yanına göçer. Kısa süre sonra Eme Antakya’da hakkın rahmetine kavuşur. Her köye geldiğinde Eme ile paylaştığı eve gider, Eme ile geçirdiği günlerini anar içli, içli ağlardı.
Timo Îrbam yaklaşık bundan on üç sene evvel, 110 ya da 112 yaşında Antakya’da hakkın rahmetine kavuşur.
İsmail Güner