21 Şubat 2017 Salı

HABER: "BİZİM ÇOCUKLARIMIZ" & "FINE ART SANAT BİRLİĞİ" SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ SERGİSİ

FINE ART SANAT BİRLİĞİ 

SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ SERGİSİ
'BİZİM ÇOCUKLARIMIZ'
Fine Art Sanat Birliği'nden Anlamlı Proje
Kurulduğu günden beri 'Sanat ve Sanatçı toplumun öncüsü ve sesidir' misyonu ile sosyal sorumluluk projelerine önem veren kurumdan; Başkan Funda Tümer, Başkan Yardımcısı Hakkı Baba ve Sosyal Medya Sorumlusu Bora Dervişoğlu öncülüğünde anlamlı bir projenin daha çalışmalarına başlandı. Proje 'BİZİM ÇOCUKLARIMIZ' adını taşımakta. 
İhtiyaç sahibi çocuklarımızın giyecek, oyuncak ve eğitim ihtiyaçlarının bizzat karşılanacağı proje yardım ve destekleri almaya başladı. Temin edilen ihtiyaçların ulaşımını TÜRK KIZILAY'ı gerçekleştirecek. 
Başta “Türkoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Cem Serin” ve “Ulusal Haber Ajansı” olmak üzere birçok kurum ve kuruluş tarafından desteklenen projede, 27 sanatçının 70 eseri sergilenecek. Geceden elde edilecek gelir çocuklar için kullanılacak.
Gecenin ve serginin ev sahibi Ankara Müjdat Gezen Sanat Merkezi. 
Sergi: 28 Şubat 2017 Salı günü Saat: 18.00'da görkemli bir açılış töreni ile konuklarıyla buluşacaktır. 

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Yitirilenler (requiem V) - MONAD BALKAN "İzlenimler",

Reklam
Yaprak dökümü bitmemecesine devam ediyor. Hayat da devam ediyor ; ölüm de hayatın bir parçası. Ölüm olacak ki hayat olsun.
Ne var ki şairin dediği gibi, ‘ölüm Allahın emri; ayrılık olmasaydı…’ Ölenler ayrılık acısını tadamıyorlar. Hayattakiler ise depderinden…
Ben bu yazımda bizden ayrılanlarla ilgili kendi kişisel bellek defterimden ufak kısa alıntılar yapmakla yetineceğim. Çünkü onları herkes tanıyor, biliyor.
NEVZAT AKORAL.
Türk resim tarihinde mümtaz bir yeri olan anıtsal bir kişilik. Sanatının büyüklüğünün yanı sıra bir duruş, bir kişilik. Bazı insanlar vardır; duruşundan, aurasından anında etkilenirsiniz. Huşu (spontane esrik saygı) içinde kalırsınız. ‘Yav bu bizden değil; başka bir adam bu’ dersiniz. Ve kalblerde artık anıt heykel olmuştur çoktan. Maskesiz, komplekssiz, hesapsız, kibirsiz … Hayalet yaşamlar içerisindeki hayalet robotlardan ayrı hakiki bir varlık. Yürüyen varoluş.
Kendisiyle Sanat Yapım Galerisinde (Fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel dostumuzun galerisi) ve şu anda anımsamadığım diğer bazı mekanlarda karşılaşmıştık. Kimi sergilerime toplu halde gelen talebelerden onları gönderenin Akoral olduğunu öğrenmiştim. Kendisine açtım konuyu. ‘Figürlerini görsünler diye gönderiyorum’ dedi; 'esinlensinler, öğrensinler' diye.
Kadim dostum ünlü fotoğraf sanatçısı İsa Çelik de talebelerine kimi zaman benden bahsedermiş. Kendisiyle otuz yıl kadar sonra karşılaştığımızda, ‘Monad, talebelerime seni örnek gösterdiğim çok oldu; ‘’bir Mozart olamayacaksam müzikle uğraşmanın ne anlamı var. Müziği o nedenle bıraktım; demiştin zamanında. Bunun ne kadar anlamsız bir söylem olduğunu talebelerime örnek gösteriyorum’!… Çok haklı . Sanatla uğraşmak ille de bir şey olabilmek için olmamalı. Sanat; içerisinde ilerleyip sonunda o sonsuz yolda kendini yitireceğin, başka bir frekansa geçiş yapacağın bir yol olarak görülmeli. Gençlik işte; bir an önce kısa yoldan bir kişilik edinme düşüncesine kapılıp bir hata yapmışım belli ki. Hatam hayırlara vesile olmuş! Resim alanında bir da Vinci olmam sözkonusu değil ama işte o sonsuz alemde yürüyüp duruyorum; gündüz gece.
Nevzat Akoral’ın yaman bir satranç oyuncusu olduğunu biliyoruz. Hatta ‘onu yenen yok’ diye de duymuşumdur. Ressam dostlarımız Ömer Lütfü Çetin ve son birkaç yıl önce yitirdiğimiz ressam Ercan Gülen ile birlikte hemen her gün diğer satranç severlerle uzun yıllardır Kızılay’da YKM yanındaki bir kafede toplandıklarını ve oynadıklarını biliyorum. Hatta ben de birkaç kez aralarına karışmış ama bu ustaları görünce haddimi aşarım düşüncesiyle oradan ayağımı usulca kesmiştim.
Evet işte böyle. Doksan yaşındaki çınarı 31 temmuz 2016 günü kaybettik.
FARUK SADE
Sanıyorum ayni gündü; yitirdiğimiz diğer bir değer de Faruk Sade. Ankara’nın en eski sanat galerilerinden birinin sahibi mimar Faruk Sade. Benim bildiğim daha eski galeriler; Ataç sokakta Helikon, eski efsanevi Piknik'in yanındaki 'Sanatseverler Kulübü Galerisi' ki burada tiyatro da oynanırdı; ve Zafer Çarşısı'ndaki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi.
Siyah Beyaz adını verdiği galeriyle Ankara sanat yaşamına Faruk Sade'nin büyük etkisi oldu. Seçkin sergiler düzenledi.Yakaladığı düzeyden asla ödün vermedi. Genç kıymetleri de keşfederek önlerini açtı. Kalite düzeyiyle sanatın ne olması, nasıl anlaşılması konusunda öncülük etti.
Siyah Beyaz Galeri benim atölyemin pek yakınında olduğu için komşu da sayılırız. Pek çok sergisinin açılışlarına katıldığım halde Faruk Sade’yi yakından tanımak fırsatı olmamıştı. Nihayet geçtiğimiz kışın sonlarına doğru kör talihin inadı kırıldı. Galeriyi bir ziyaretim sırasında nazik daveti üzerine aşağı kattaki ünlü barda kadehleri tokuşturduk. Duvarları kaplayan siyah beyaz filmlerin kahramanlarının fotoğrafları arasında birkaç saat derin sohbet… Sonra birkaç kez daha… İki sinema tutkunu olarak eskilere yenilere daldık çıktık. Müthiş sinema bilgisi vardı. Duvarlardaki ikonlarım; aktörler, aktrisler, rejisörler, prodüktörler, kameramanlar usulca süzülerek kadehlerimizden gövdemize yayılıyor ve dipsiz kuyulardaki sükunetin hazzına vardırıyorlardı.
Ah ah içimde kalan sinemacılık!....
Genç denebilecek yaşta sırasız bir vefattı. Yüzünde dünyaya sanki bir yamaç paraşütünde göklerde gezinirken duyulan o kopmuşluk duygusunun aşağıda dünyaya bakarken verdiği yarı müstehzi ifadesini görmüştüm.
LEYLA SAYAR
Ne alaka denecek belki. Ama o da ebedi âleme göçen sanatçılardan. Bir zamanların en ünlü simalarındandı. Vefatı duyulmadı bile. 22 temmuzda ayrılmış aramızdan; yeni yeni duyuluyor. Türkiye ikinci güzeli, tiyatrocu, Yeşilçam sinema starı (170 film çevirmiş), dansöz….
Ve bir düşünür.
Kendisini seksenli yılların sonlarında Ankara’ya gelip gidişleri sırasında şimdi anımsamadığım bir rastlantı sonucu tanımıştım. Sohbetlerimiz olmuştu. ‘Leyla Sayar tövbekar oldu’ deniyordu; 'show ' aleminden âni bir virajla ayrılmış ve kapanmıştı.
Bir çelebi derviş havası vardı. Kıyafeti sanki o eski Romalılar devirlerini gösteren filmlerdeki halk kadınlarının kıyafetine benziyordu. Yâni dünya nimetlerinden vazgeçmiş başka frekanslara yol almış. Gösterişten alabildiğine uzak. Tabii onun vamp kadın rollerinden, dansözlüğünden sonra birden kapanması çok ilgi çekmişti. Reklam falan dendi ama hayır vefatına kadar otuz yılı buluyor herhalde, hep öyle yaşamış. Yaşamış diyorum çünkü seksenli yılların sonundan sonra kendisini bir daha görmedim.
O sıralarda harıl harıl ilk kitabını yazmakla meşguldü. Yobazlığı sevmiyordu. Mütevazılığın felsefesini yapıyordu. Altmışlı yılların en güzel kadını… Özgür ruhu herhangi bir mensubiyete izin verecek yapıdan çok uzaklarda geziniyordu. Kendi kendine kurduğu bir düşünce sistemine uygun yaşıyordu. Belki de, ‘bir lokma bir hırka’…
Bütün medya o vakitler onun haberleriyle dolup taşarken şimdi vefatını kimse görmedi.
Kendisini farklı hisseden birinin kılık kıyafetinin de öyle olması gerektiğini düşünüyor izlenimini elde etmiştim. Sürekli düşünen, ifade eden… Manifest dünyaya kendisini kapatmış diyelim.
Oturduğumuz kafelerde falan gelip soranlar olmuştu;‘siz Leyla Sayar mısınız?’ diye… 'Evet' derdi. O kadar. & monad balkan 9 ağustos 2016 bodrum // monad.balkan@gmail.com

19 Temmuz 2016 Salı

"ORAKÇI TİMO ÎRBAM" - İsmail GÜNER > ÖYKÜLER > Orakçı Timo Îrbam

Orakçı Timo Îrbam
ORAKÇI TİMO ÎRBAM
İsmail GÜNER 
< ÖYKÜLER > 
Orakçı Timo Îrbam
Elbistan yöresi, Kabristan Ovası temmuz ayının ortasında ekinlere orak çalar. Eskiden oraklar, şimdiki motorlu araçlar kadar olmasa da kıymetliydi…
Bu obada Kistik halkının yarısı yaylalara göçer, kalanlarsa, kimi ekinlerinin başında kurdukları höllüklerde (çardak)  kalır, şafak söker sökmez orak başına geçer, kimi de tarlasına yolmaya gider.
Tahtalı Mezrası’na yakın buğday ekinleri olan Îbikê Kirnikê ile oğlu Timo Îrbam, ayrı tarlalarda orak biçiyorlarken Timo İrbam, yaylada olan nişanlısı Eme’nin hasretiyle yanar tutuşur… Nişanlısını görebilmek için babasından izin istemeyi bırakın, bu konuyu konuşabilme cesaretini bile gösteremez. Zaten o dönem de bu tür şeyleri konuşmak, dile getirmek bile ayıp sayılırdı.
 Evlilik çağına gelmiş genç kız ve erkekler görücü usulü ile evlendikleri için, birbirlerinin yüzlerini ancak düğün bitiminde görebilirlerdi.
Eskiden köy yerinde evlilik öncesi aleni bir şekilde arkadaşlık yapmak pek mümkün değildi. 1970 yıllarına kadar bu gelenek devam ediyordu. Fakat devrimci gençliğin çıkışıyla bu gelenek gün geçtikçe aşıldı. Ancak köy nüfusu az olduğu için, gençler çeşitli bahanelerle birbirlerini görme imkânı bulabiliyorlardı. Özellikle kızların evlenme kararında ailenin etkisi daha fazla idi. Hatta düğünde gerek kız evinde, gerek erkek evinde damatla gelin hiç yanyana olamazlardı. Şimdi damat ve gelin düğünde birlikte kol kola oynamaktalar. Gelin, kayınbabasına, kaynanasına, büyük kayınlarıyla uzun süre konuşmaz, onların yanında başkalarıyla da sesli konuşamaz, birlikte yemek yemezdi. Şimdi bu gelenekte çoktan kalkmıştır.
Timo Îrbam, ekinin başında orak çalarken, nişanlısı Eme’nin yayladan köye geldiği haberini alır.
Îrbam, ne yapar eder bir kurnazlık arayışına girer. İşi hayınlığa vurmak için aklına cin gibi bir fikir gelir…
Sağ kolunu kol bağcığı ile sıkı bir biçimde sarar. Akşama kadar kolunun şişmesini bekleyerek acısına katlanır. Şişmiş kolu ile bırakın orak biçmeyi, hazır yemeğini yemek için önüne sofrayı seremeyecek duruma sokar kendini.  Orakçı başı babası ile diğer orakçıların gün ağarmasından fark edemeyecekleri düşüncesini güderek beklemeye başlar Timo Îrbam…
Orakçı başı babası bakar ki, buğday bugün hiç biçilmemiş… Kendi kendine Timo Îrbam’a bir hayli kızarak, çardağa doğru yürürken bir bakar ne görsün; Timo Îrbam, yerlerde sere serpe uzanmış bir vaziyette kıvranarak inliyor…
“Oyyy Bavo kolum!” diyerek kolunu işaret eder.
Babası koluna eğilir, ne görsün; Timo Îrbam’ın kolu şişmiş durumda. Kolunu biraz sıvazlar ve tekrar bağcık ile sararak “yarın ola hayrola” der. Yarın çardakta istirahat etmesini söyler ve gündüzün yemesi için, akşamdan kendisine yufka ekmek dürgesini ufalayarak, tereyağında yağlar.
Tabii Timo Îrbam, bunun da bir yolunu bulur. Kolundaki sargıyı açar, tereyağıyla tavada yağlanan ekmeği bir güzel yer… Yemekten ve içmekten kesildiğini göstermek için de tereyağıyla tavada yağlanan ufaltılmış ekmeğin aynısını doğrar koyar yerine…
Orakçı başı babası, akşam dönüşünde çardağa yaklaşır; tereyağlı ufaltılmış ekmek tavada olduğu gibi duruyor. Timo Îrbam kıvrılarak yere uzanmış, kolu sargılı bir biçimde inlerken görür.
“Oyy benim Îrbam’ım ölüyor dostlar… Ağzına bir lokma dahi almamış lo looov!” diye feryat figanı koparır…
Bu vaziyetle Timo Îrbam’ın orak çalamayacağını anlayan babası, Kistik köyüne haber salar.
“Sabah erkenden Îrbam’ın nişanlısı Eme ile anası hemen Tahtalı’ya gelsin” der.
Timo Îrbam’ın planladığı bu cin gibi fikrinin tutması ve sabah nişanlısını göreceği sevinci ile sabaha kadar gözlerine uyku girmez…
Şafak söker sökmez babası diğer orakçılarla ekin başına gider. Timo Îrbam’ın sabah erkenden gelen nişanlısı ve kaynanası hemen çardağı toparlar, yemek hazırlar, fakat Îrbam’ın bu cin gibi fikrinin hemen anlaşılmaması için sofraya pek yanaşmasa da yemeği gördükçe durmadan ağzı sulanır. Bu arada nişanlısı ile kaş göz işareti yapmak için fırsat kollar. Kaynanasının çardağın dışına çıkmasını ya da suya gitmesini kollar. Fakat nişanlısı da tıpkı küçük bir çocuk gibi anasının peşinden bir türlü ayrılmak istemez. Anası nereye giderse o da ardından gider.
Bir ara kaynanası tuvalet ihtiyacını gidermek için, çardaktan uzaklaşınca Timo Îrbam, nişanlısı Eme’ye hemen sarılarak sevişmeye başlar. Mahrem yerlerini mıncıklar… Ama Eme bu hareketlerine karşı çıkar.
Gece uyku vakti gelir. Nişanlısı Eme anasıyla birlikte aynı yatağa girer. Îrbam’ın gözü uyku tutmaz… Böyle cin gibi bir fikrin sonucu eline geçen fırsatı değerlendirmek ister.
Gecenin geç saatlerinde nişanlısı Eme ve anası derin uykuya dalar. Îrbam, nişanlısı Eme’nin anası ile hangi yöne yattığını iyi gözlemler. Nişanlısıyla biraz sevişme isteğiyle yanar tutuşur. Derin uykuya dalan nişanlısı Eme’nin ayaklarında tutar, kendine doğru çeker. Ancak ufak tefek olan nişanlısı baya ağırlaşır. Bir türlü kendine doğru çekemez. Bir iki hamle daha yapar. Hep aynı netice ile karşılaşır. Tüm kuvvetiyle son bir hamle daha yapar, nişanlısı ve kaynanası birlikte gelir. Timo, bir bakar ki nişanlısı Eme, anasının koluna yapışmış o nedenle ikisinin birlikte geldiğini fark eder.         Gündüzün bir iki defa mıncıklama fırsatını yakalamanın dışında, aylarca hasretini çektiği ve kokusunu bir türlü alamadığı nişanlısıyla bir türlü doyasıya hasret gideremez…
Tabii o dönem de delikanlılık çağına yeni girmiş gençlere Timo Îrbam, derin bir ah çekerek; “Ben sizin döneminizde olacaktım ki göreydiniz!  Keklik gibi “kuba kuba kakuba” diyerek öter, tüm kızların ilgisini çekerdim. Siz de delikanlılık adabı ne arar!” diye söylemeden duramazdı.
Timo İrbam, orta boylu, kalın yapılı, pos bıyıklı ve bir oturuşta büyük sahandaki yemeği ağaçtan yapılmış kaşıkla tek başına yerdi.
Uzun yıllar eşi Eme ile birlikte köyde yaşamını devam etti. Eşi Eme’nin ağır hastalanmasından dolayı, elinden olmayan nedenlerle hiç istemediği hâlde Antakya’daki oğlunun yanına göçer. Kısa süre sonra Eme Antakya’da hakkın rahmetine kavuşur. Her köye geldiğinde Eme ile paylaştığı eve gider, Eme ile geçirdiği günlerini anar içli, içli ağlardı.
Timo Îrbam yaklaşık bundan on üç sene evvel, 110 ya da 112 yaşında Antakya’da hakkın rahmetine kavuşur.
İsmail Güner

12 Nisan 2016 Salı

JAPONLAR HAKKINDA İLGİNÇ GERÇEKLER

JAPONLAR HAKKINDA İLGİNÇ GERÇEKLER
Japonya dünya’daki en ilginç ülkelerden birisidir, Japonlar da öyledir.
Kendilerine has kültürleri, muhteşem yemekleri, teknoloji konusundaki başarıları bilinir.
Japonların bazı gelenek ve görenekleri bazı kültürler ve insanlar tarafından zaman zaman çok yanlış anlaşılmış olabilir. Japonları seviyor ya da sevmiyor olabilirsiniz ama bu liste küçük çekik gözlü, üstün yetenekleri çalışkanlık olan bu insanları daha yakından tanımanıza vesile olabilir.   Hatta bizim için çok güzel örnekler olabilecek hasletleri vardır.
At eti Japonların mutfağında özel bir başlangıç yemeğidir ve çiğ olarak yenen bu et oldukça popülerdir.  Çiğ at eti ince ince dilimlenir ve bu şekilde servis edilir. Bu yemeğe  “Basashi” denir.
Japonya’nın %70’i dağlarla çevrilidir.  Ülkenin ayrıca 200 volkanik dağı vardır ve Japonya 6800 adadan oluşuyor.
Japonların %21 ‘i yaşlılardan oluşuyor ve bu dünya’daki en yüksek yaşlı nüfus oranıdır.
Japonlar evlerine asla ayakkabı ile girmezler. Bu onlar için çok ayıp bir şeydir.
Japonlar denize girmeyi pek sevmezler. Ama kaplıcalara bayılırlar. Zaten volkanik dağları bol olduğu için kaplıcalar çok fazladır.
-Japonlarda torpil diye bir şey yoktur. Başarılı ve tecrübeli olan öne geçmektedir. .
Japonya’daki insanlar birbirlerine karışmazlar. Çok garip bir kıyafet giyseniz bile kimse size bir şey demez ya da ayıplamaz. En fazla bir kez bakıp kafalarını çevirirler.
-Kış aylarında evlerinde sadece oturdukları odayı ısıtırlar.  Oturmadıkları odayı
ısıtmış olmayı israf kabul ederler ki, evleri zaten çok küçüktür.                             
-Tokalaşma, sarılma, öpüşme yoktur.  Hafifçe eğilerek selam verilir. El teması yoktur.
Bir çocuğun bile başını severseniz size çok kızar, bu onu aşağılamak demektir.
-Japonlar sözle kavga etmeyi sevmezler. Boş konuşmaları hiç sevmezler.
-Bir karı kocanın bile birbirine bağırdığını duyamazsınız. Kızgınlık sadece bakışlarla belli edilir.       
İş yerinde toplantılarda konuşanlar genelde gençlerdir. Yaşlılar dinler ve sonra kendi
kararlarını bildirirler.
-Japonya’da okuma yazma oranı % 100!dür
Japonların ortalama yaşam süreleri Amerikalılardan dört yıl fazladır.
Japonya’da işsizlik oranı sadece % 4’tür.
Japonlar şu yıla kadar 15 Nobel ödülü kazanmışlardır.
Japonya’da cinayet oranı çok düşüktür.  Ancak intihar eğilimi ve oranı yüksektir.  İntihar için en çok tercih edilen bölge ise Aokigahara ormanlarıdır.
Japonya’da bazı erkekler kafalarını da tıraş ederler.  Bu eylem bir tür özür dileme yöntemleridir.
Geleneklerine göre küçük sumo güreşçileri güreşe başlamadan önce deneyimli güreşçiler tarafından yıkanır ve mindere temizlenerek çıkarlar.
Japonya’da otomatik makinelerden bira satın almak olanaklıdır.
Japonların gözde meyvesi misk kavunudur (bir cins kokulu kavun).  Ancak pahalıdır ve kilosu yaklaşık olarak 300 dolara gelir.
Sevgili okurlarım, hadi gelin Japonlara saygı duymayın!..

Erdal Akalın (12.04.2016)

30 Mart 2016 Çarşamba

Diren Sanat; Diren Hayat, "MONAD BALKAN" İ z l e n i m l e r...., monad.balkan@gmail.com

Ahmet Yeşil, Emre Gün, Atilla Atar ve Küratör Ankara sergileri
Ankara sosyal yaşamı devam ediyor. Evet terörün bombaları korkusu var; öteyandan canlarımız ciğerlerimizin bizden ebediyen ayrılışlarının acısı. Halk ikilem içerisinde kaldı; terör yokmuş gibi davranmak mı çünkü mesela Fransa'daki katliamdan sonra kültür bakanı Fleur Pellerin demişti ki, ' konserleri sakın ertelemeyin; barbarlık karşısında bizim en büyük kalkanımız kültürdür; en iyi silahımız da sanatçılarımızdır'. Meydanlarda toplanarak protesto etmek mi; sokakları boşaltıp evlere kapanmak mı, yahut hayata kalındığı yerden aynen devam etmek mi?... Velhasıl bir tereddüt iklimi sürüp gidiyor.
Bu bağlamda BRHD (Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği) 4 nisan 2016 günü açacağı geleneksel yıllık 46. sergisinde simsiyah tuvallerle izleyici karşısına çıkma kararı aldı. Katılımcılar da siyah kıyafetlere bürünerek gelecekler.
  
Ahmet Yeşil'in resim sergisinden başlayalım. Serginin adı, 'tarihsiz günlükler-III'. (18 mart-6 nisan 2016). 18 mart öyle bir gün oldu ki Ankara'da en az 5 galeride sergiler düzenlendi. Mart bereketi. Cemreler düşüyor, havalar bir ısınıyor bir soğuyor; mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırıyor. Evdeki kediler hırçın, 'bırakın bizi dama çıkalım' diye miyav mırnav haykırıyor.
Yeşil'in sergisi Galeri Soyut'da (yıldızevler mah. rabindranath tagore cad. şehit mustafa doğan sok. 82/A-B çankaya 06550 ankara; 312- 438 8670 galerisoyut@gmail.com) yer aldı.
Sanatçı 1954 Mersin doğumlu. Resim eğitimini Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Emür Tüzün'den almış.Yeşil'in ibrişimleri derleyerek ince ince işleyerek, ışıklı gölgeli deniz dalgalarını görmeye alışığız. Bu kez o ibrişimler birbirlerine dolanarak dalgaları aşmış başka konseptlere de bürünmüşler. Bana şahsen değişik gelen bir Yeşil izledim. Elektrik aldım (!).
Bu ara Tagore derken (Soyut'un bulunduğu caddenin ismi) ünlü şairden bir aforizma aforlayayım; diyor ki, ' bize ait olan her şey bize gelir; yeter ki alma kapasitesini yaratalım'. Öf ne söz... Konumuz dışı gibi gözüküyor ama gene de açayım bu sözü. Yoksa dayanamam; 'Bu alem aslında bizim yarattığımız bir hayaldir. Biz derken her şeyi kastediyoruz. Evreni, kara delikleri, pulsarları, büyük patlamayı... aklınıza ne gelirse. Hep birlikte ortaklaşa böyle bir alem yaratıp senaryosunu yazıyor ve sonra geçip rollerimizi alarak oynuyoruz. Yani son analizde her şey biziz ve her şey de dolayısıyla bizimdir. Ama öyle gafilleriz ki uyuyoruz; unutmuş gitmişiz bu senaryoyu yahut bu dramayı kendi yazdığımızı. Uyandığımız gün uyurken kendimize yasak ettiğimiz hakikati bulacağız. Bu kapasiteyi yaratırsak her şey biz olacak.'
Bu benim acizane yorumum. Belki Tagore başka şey söylemek istedi. Olsun; kalblerimiz bir olsun!
Şimdi Yeşil de diyor ki, 'tarihsiz günlükler'. Neden tarihsiz? Yaşanmışlıklar günlüklere geçirilmedikçe tarihsiz kalırlar. Yeşil sanırım günlük tutmuyor. Yaşanmışlıkları zamanın da tahripkar gücüyle tarihleri silinerek giderek buğulanıyor ve eriyen kar taneleri gibi yokluğa karışıp geçip gidiyor. Benliği böylece yoklukla birleştiğinde kendisini Tagore'un dediği gibi keşfetme kapasitesine ulaşıyor.
Tagore caddesinde kendini keşfe çıkmış bir sanatçı, ibrişimleri boğumlayıp şu hayalden hayata tutunmayı çalışmış ama merhum romancı Oğuz Atay gibi tutunamama olasılığını sezerek halatlarını koparma yoluna girmiş. Ben öyle gördüm. O benim ne gördüğümü bilemez tabii.
Soyut Galerinin alt katındaki küçük salonda ise seramik sanatçısı Emre Gün'ün eserleri yer alıyor. 1988 İzmit doğumlu AÜGSF seramik fakültesi mezunu. Eserlerini hayli cesur ve çarpıcı buldum. Belli ki çok heyecanla meydana getirilmiş. İzleyiciyi sürüklüyor. Sanatçı, izleyicinin algılama biçimine göre algılamada çeşitlilik olduğuna işaret ediyor. '...kavramlar ve zihinsel imgeler maddeye yöneltilen etkiler sayesinde kendi realitesine ulaşır' diyor. Bence kuantum mekaniğinin ana fikrine temas etmiş oluyor. Dikkatimizi bir şeye odakladığımızda o şeyi kendi algılama kapasitemize göre şekillendirmiş oluruz. Bu tümüyle sübjektif bir şeydir. Ortaya çıkan biçim o kişinin kendisidir.
  
Başka bir galeri başka bir sergiye geçiyoruz. Galeri AKDENİZ (tagore cad. 720 sok. şahinler sitesi B bl. 5/B yıldız çankaya ankara; 312-441 29 99; galeriakdeniz@yahoo.com) ve usta baskıresimci Atilla Atar'ın sergisi. Atar eserlerini litografi tekniğiyle yapıyor. 1944 Vakfıkebir doğumlu. Paris'de baskıresim üzerine uzmanlık eğitimi almış. Gerçekten uzman bir baskıcıyla karşılaştığınızı hemen anlıyorsunuz. Zahmetli ve teknik becerinin yanısıra resim sanatındaki kompozisyon, renk, ışık, gölge, perspektif, leke, kütle vs gibi tüm öğeler de devreye giriyor. Çünkü aynen taşın yüzeyine resim yapılıyor ve bu resim baskı kağıdına basılıyor. Dolayısıyla iş zenaatten çıkıp sanata ve özgün yaratıcılığa ister istemez dönüşüyor.
Atar resim sanatı yönünden bakıldığında tam bir ressam. Biz resimcilerden farkı resmi tuvale değil de taşa yapıyor; basıyor. İşin özeti bu.
Sanatçı bu sergisinde daha çok kuşbakışıyla gördüğü şekilde çarpık kentleşmenin başlıca öğeleri olan yüksek binaları hedef almış. Görülmeye değer bir sergi ve önemli bir sanatçı.
Evet, gelelim KÜRATÖR'e... Daha doğrusu KÜRATÖR ANKARA'ya... 19 mart 2016 günü muhteşem bir açılışla Ankaralıların karşısına çıktı. Sanat galerisi ve restoran. Lüks basım davetiyeler davetlilere elden teslim edildi. Ünlü sanatçıların eserleriyle bir karma sergi düzenlendi. Kalabalıktan havaya attığım iğne yere düşmedi. Canlı müzik bir taraftan. Caz parçaları yürekte;.'Cover Angers' topluluğu. Amerikan bar harıl harıl çalışıyor öbür yandan. Cinler tonikler... Dayanamayıp dans pistine fırlayanlar...
Barmenin repertuarı alabildiğine geniş; hiç alışılmadık kendine özgü sürpriz spesiyaliteleri var. Düşünün; konuşmalardan yanlış hatırlamıyorsam limonata dalında önemli bir ödül almış. Şimdi dünyada kaç milyar insan varsa o kadar da limonata yapılıyordur. Limonu sıkarsın, suya katarsın, şekerle de tatlandırırsın, al sana ala limonata. İşte bu kadar basitlikte bile nüanslar demek o kadar derin ki böyle bir ödül ortaya çıkıyor. Tabii bu barmenin ne kadar uzman ve yaratıcı olduğu hakkında bir referans... Yemekleri yapan hanımla da tanışmıştık daha önce. Gayet kaliteli ve bilgili bir kişi. Yemekleri henüz tatmadım. Ona da sıra gelecek.
Doğan Erdinç ile Sibel Özkara bu mekanı açmışlar. Selen Pelesen de sorumlu kişi. Muhteşem üçlü. Doğan bey yetmişli yıllarda gittiği Londra'da böyle bir mekan görmüş. Tam hayal ettiği gibiymiş; 'Ben de böyle bir yer yapacağım' demiş kendi kendine. İşte sonuç.
Gerçekten çok zevkli ve kaliteli bir konsept. Bayağı büyük bir mekan. Belli günler canlı müzik, belli günler eski 45'likler...olacak. Arka bahçede yazın kalite sanat filmleri gösterileri düşünülüyor. Büyük salonun yanındaki küçüğünde de yerel ve geleneksel el sanatları sergisi düzenlendi. Burada resim vs kursları da düşünülüyor bildiğim kadarıyla. Ve tiyatro dekoru değiişir gibi akşamları küçük masalar birleştirilerek gruplar için büyük yemek masaları kuruluverilecek. Ön bahçe ise yazın masalarla dolacak, bir cafe/restoran bulvar olacak. Müzayedeler yapılacak. Tematik olacak bu müzayedeler; tablo, takı, gümüş, antika vs müzayedeleri gibi.
Sergiye katılan sanatçıların çokluğundan hepsinin adını burada anmama imkan yok.
KÜRATÖR'ün yeri Şili Meydanında, Paris caddesinin hemen başında; (paris cad. 7, şili meydanı 06680 çankaya ankara; 312-4283810; www.kuratorankara@.com) merhum eski başbakan Adnan Menderes'in evinin yanında.
O eski vakitlerde Menderes şehir merkezinden ve gözlerden uzak olmak amacıyla bu ak renkteki villayı yaptırmıştı. O zamanlar lise talebesiydim. Biliyorum. İçinde oturması nasip oldu mu tam hatırlamıyorum. Ankara, Ulus'tan başlar en fazla Bakanlıklar semtinde biterdi. Merkez Ulus'du. Dolayısıyla Kavaklıdere uzak bir yer idi. Oradan sonra Çankaya'ya kadar sağlı sollu köyler, bağlar, bahçeler vardı. Şimdiki Sheraton otelinin bulunduğu yer şaraplık üzüm bağıydı. Zannedersem Kavaklıdere şaraplarının. Çankaya köşkünden inen Cumhurbaşkanı Celal Bayar Kavaklıdere dolaylarında oralarda arabasından iner bulvarda yürüyüş yapardı. Arabası arkasından yavaşça takip ederdi. Kaç kere rastladım. Selam verirdik.
Opera temsillerinde perdenin açılmasını beklerken birden orkestra istiklal marşını çalmaya başlarsa bilirdik ki zamanın Cumhurbaşkanı Bayar gelmiş. Hep beraber ayağa kalkılırdı tabii. O zamanlar muhalefette olan İsmet İnönü de eşi Mevhibe hanımla operaya sık gelirdi. Onun da yeri hazırdı. En önde, ortada. Ne devirlerdi. Devlet adamlarımızın sanata değer verdiği, teşvik ettiği yıllardı.... Kalite...
monad balkan 21 mart 2016 ankara

23 Ekim 2015 Cuma

"YAŞASIN KADIN" KARMA SERGİ; AGİKAD // ANKARA GİRİŞİMCİ KADINLAR DERNEĞİ

" YAŞASIN KADIN "

 Sosyal katılım ve cinsiyet eşitliği, toplumsal refah, kültürel zenginlik, kaynakların verimli kullanılması ve çevresel etki konularında kadınların projede olumsuzlukları ve olumluluk durumlarını yapılacak sanatsal panel, sempozyum, tiyatro, dans ve organizasyonla 01-15 Mart Kadınlar haftasında etkinlikler yapılacaktır. Bu etkinliklere proje ortaklarımızın katılımı ile projenin farkındalık ve sürdürülebilirliğinde birlikte hareket edilecektir.
Kadınların (engelli ve engelsiz) günümüze kadar gelen olumsuzluklarının çözüm yollarının irdelenerek hayata geçmesi konusunda yapılacak faaliyetler yetkililere ve taraflara iletilecektir. Faaliyetler sırasında açılacak stantlarda kadınların el emeği çalışmalarını sergilediği ve satışının yapıldığı yerlerde olacaktır. Katılımcılara ve diğer gelenlere Ankara’nın görülmesi ve gezilmesi gerekli yerlerde geziler düzenlenecektir. Sunulacak 4 (dört ) bölümdeki faaliyetler gönüllülük esasına dayalı çalışma yapılarak gösteriye çıkacak dansçıların, tiyatro oyuncularının 15 dakikalık gösterisinin sanat danışmanı ve yardımcısı tarafından yürütülecektir.
Yaşasın Kadın Projesi 27 Ekim 2015 tarihinde 8 sanatçının katılımıyla düzenlenen karma sergiyle start verecektir. Her ay farklı mekânlarda sanatçı katılımı artarak sergi ve gösteriler devam edecektir 01-15 Mart Kadınlar haftasında yapılacak son sergi ve müzayede ile noktalanacaktır.
Sanatçılar; 
Aziz Özdemir, Emek Bozkurt, Dilber Sarıkaya, Dilek Ertunç Uzun, Nurhan Han Erdem, Melek Taştekin, Taylan Bölükbaş, Tuğba Karakulak 
Performans Sanatçıları; 
Eylül Eröksüz, Doğan Kılıç